24 Temmuz 2013 Çarşamba

19.gün: Belgrad-Novi Sad (99km.)

Mesafe: 99km.
Süre: 4sa.58dk.
Konaklama: Boris’in evi( CS)
Tarih: 25.07.2012

Yola çok geç çıktık, dün içtiğin Sırp rakısı Şlavovitsaların etkisi anca geçmeye başlamıştı. Olsun, güneş batarken bisiklet sürmeye bayılıyorum zaten. Dağların, gökyüzünün, tarlaların renk uyumu harika oluyor. İnsan kendini Alice Harikalar Diyarından bir rol çalmış gibi hissediyor.

Bisiklet yolu bizi Sava nehrine çıkarmıştı. Tabela karşıya geçmemiz gerektiğini söylüyordu köprüden ama merdiven yoktu. Durum sonradan anlaşıldı, meğer adamlar asansör yapmışlar bisikletleri yukarı çıkarmak için. Bizim doğru dürüst bisiklet yolumuz bile yok adamların asansörü var yahu.

Şehre 20km. kala karanlık çökmüştü. Zifiri karanlıkta yol alıyorduk, öte yandan ışıklarımıza doğru gelen sinekler baya rahatsız ediyordu bizi. Gözlerimizi kısarak anca ilerleyebiliyorduk. Karlovçi’ye geldiğimizde durduk. Burası Osmanlı’nın, Avrupa’da en çok toprak kaybettiği, 1699 Karlofça Anlaşması’nın imzalandığı yerdi. İmzaların atıldığı binaya göz attık, tadilat yapılıyordu. Gece saatler yarıma gelirken Novi Sad’a vardık. Boris ile meydanki büyük kilisenin önünde buluştuk. Bu yönüyle benziyoruz sanırım Sırplara. Biz de olsa, camiden tarif ederdik.


Boris girişimci bir Sırp, dünyada çok yer gezmiş. Türkiye’yi ve Türkleri çok seviyor, birkaç defa gelmiş. Bize kardeşim diye hitap ediyordu.

Bilenler bilir, CS’de “one amazing thing i have seen or done” diye bir kısım vardır. Bazen okurum mesaj yolladığım kişilerin bu yazılarını. Boris’te 2003’teki tsunamiden kurtulan turistlerden biri olduğunu yazmıştı.

16 gün: Ram-Belgrad (103km.)

Mesafe: 103km.
Süre: 5sa.57dk.
Konaklama: Enrique’nin evi( CS)
Tarih: 22.07.2012

Ram-Stara Palanka feribotu
Belgrad’a ulaşmak için uyandık yeni güne. 9 feribotuyla Stara Palanka’ya geçtik. 20dk.sürdü. Buradan Belgrad 100km. Tuna’yı bu kez solumuza alarak sürdük. Kovin’e vardığımızda öğlen olmuştu ve yolu yarılamıştık, hızlı bir sürüş oluyordu. Günlerden Pazar olunca açık yemek salonu bulamadık. Sonunda bir market bulup, ekmek arası jambon, kaşar, domates yedik. Rüzgar yine bize karşıydı. Zaten Tuna’nın akış yönünün tersine giden bir tek bizdik herhalde. 

İşte imparatorluk başkenti Belgrad. Yalnız şehir tabelasında Belgrad’ın ismini Sırpça(Beograd) değil de İngilizce(Belgrade) olarak görünce şaşırdık. Milliyeçilikleriyle tanınır Sırplar. Şehir meydanında Yugoslavya iç savaşı sırasında Nato’nun bombaladığı binaları görmek mümkün. Konaklayacağımız evin bulunduğu sokağın adı Yahudi sokağı uzun uğraşlar sonunda buluyoruz evi ve Enrique’yi. Enrique Meksika asıllı bir Amerikan. Avrupa’da tura çıkmış, canı sıkılınca da başka şehre geçiyormuş. Bizim dışımızda iki gezgin daha vardı, onlar da interrail yapıyorlarmış. Duş alıp yemek için dışarı çıktık.

Tuna’yı besleyen çok sayıda akarsu vardır, bunlardan biri de Sava nehridir. Sava’nın üzerindeki tekneleri bar yapmışlar. Sallanan teknede eğlenmek çok da zor olmadı bizim için. Tekne’de bira alayım dedim, baktım Efes’te var hatta en pahalı biraydı oradakiJ Belgrad’da 3 gece Enrique’de kaldık.

Ege’nin pedalı kırılmıştı, yeni pedal aldı. Ben de eldiven aldım. Zincirlerimizi yağlattık, sprey zincir yağı aldık. Bu arada lastiğimin sürekli inmesinin sebebi, çomağın dış lastiğe saplanmasıymış. Ben sadece iç lastiği kontrol etmiştim. Bunu da öğrenmiş oldum.


15.gün: Donji Milanovic-Ram (96km.)

Mesafe: 96km.
Süre: 5sa.26dk.
Konaklama: Çadır
Tarih: 21.07.2012

Tuna’da yüzmek için sabah erkenden kalktım, zaten çadırda da durulacak gibi değildi. Tuna’nın koynuna giriverdim usulca, ona yaraşır bir şekilde. Jonas’ın yaptığı kahve iyice ayıltmıştı beni. 

Tam yola çıkacakken arka tekerleğin inik olduğunu fark ettim. Baktım sibop delinmiş, iç lastiği değiştirdim hemen. Yola koyulduk bu seferde ön lastik inmişti. Onu da değiştirdim. Ama yavaş yavaş inmeye devam ediyordu lastik. Nedenini Belgard’da ki tamirci söyleyecekti. Rüzgarlı, yokuşlu, tünelli yollardan geçerek ilerledik uzun bir süre. Artık bizim gibi bisikletçileri daha fazla görür olmuştuk. Hatta yaşlı bir İngiliz’e rastladık yolda. Gençliğinde geçmiş buralardan bisikletiyle, şimdi ise nostalji yapıyormuş, hem de tek başına bu 65'lik kadın. Yaşlı dediğime bakmayın ruhu genç, istekleri genç, hayalleri taze bir kadın bu İngiliz.

Öğlene doğru bir restoran sahibi sesleniyor yanından geçerken, yorulmuşsunuzdur, mola zamanı diye. Dayanamayıp duruyoruz ve birer tavuk çorbası içiyoruz.



Bugünü de pas geçmeyip yolu şaşırıyoruz. Smederovo tarafına değil de Ram tarafına gidiyoruz yanlışlıkla ve yol bitiyor, karşımızda Tuna! Karşıya geçmemiz gerekiyor ama son feribot gitmiş. Hava da kararmak üzere, yine çadır atıyoruz Tuna kenarına. Ülkeleri ayırmasına alıştığımız Tuna bu kez bir iç deniz gibi çıkıyor karşımıza,  nehrin karşı tarafı da Sırbistan toprağı. Yer yer çapı 700-800m.yi buluyor. Hemen yan taraftaki restoranda ben tavuk Ege ise; balık yiyor. Döndüğümüzde bir bakıyoruz ki, çadır yıkılmak üzere rüzgardan. Çadırı büyük taşlarla sağlamlaştırıp, bir günü daha sonlandırıyoruz. 

14.gün: Brza Palanka-Donji Milanovic (89km.)

Mesafe: 89km.
Süre: 4sa.48dk.
Konaklama: Çadır
Tarih: 20.07.2012


Güneş çadırı ısıtmaya başlayınca uyandık. Tuna burada dolanıyordu, Donji’ye giden kestirme yolu bulmalıydık. Haritamız olmayınca yolları şaşırdık ve kestirme yoldan değil de, Tuna boyundan sürdük. Yolumuz yaklaşık 50km.uzamıştı. İyi ki de bulamamışız kestirmeyi. Çünkü Tuna’ya bir kez daha hayran kaldım. Dağları usul usul nasıl aşındırdığını, oluşturduğu vadileri büyülenerek seyrettim. Sırpların denizi Tuna. Yol boyunca tatil köyleri, plajlar vardı. Tuna’nın dolanmasını sağlayan dağları geçip, Donji’ye varıyoruz. Alman bisikletçi Jonas ile tanışıyoruz. Hamburglu. O Köstence’ye gidiyordu. Birlikte çadır kuruyoruz. Bira içmediğini söyleyince şaşırıyoruz. Bira içmeyen bir Alman, yolun ortasından değil de,  kaldırımdan yürüyen Türk gibidir. Jonas Yahudi Arpı gibi bir şey çalıyordu. Telli ve sesi eğlenceli bir enstruman. Bulursam alacağım bir tane ben de.

13.gün: Negotin-Brza Palanka (38km.)

Mesafe: 38km.
Süre: 2sa.19dk.
Konaklama: Çadır
Tarih: 19.07.2012


Kristinalarda kahvaltı yapıp, yola koyuluyoruz. GPS düzgün çalışmadığı için tabelalara bakarak ilerliyoruz. Yaklaşık 15 km. stabilize yollardan geçiyoruz, Tuna sağımızda yine. Zincir toz toprak oluyor, zincir yağı almamışız yanımıza, vitese zor geçiyor. Ha bir de lastiğim sürekli iniyor. Yolda Avusturyalı bisikletçi Christian’a rastlıyoruz. Atlantik-Karadeniz turu yapıyormuş. Çok salaş bir adam. Günü aktif dinlenme günü sayıp, Brza Palanka’ya ilk çadırımızı atıyoruz. Heyt be yarasa gibi:) Akşam yemeğinde Pleskevitsa yiyoruz, köfte gibi bir şey çok lezzetliydi hem de ucuz. Yaklaşık 1euro. Biramız “Lav”.


12.gün: Vidin-Negotin (58km.)

Mesafe: 58km.
Süre: 4sa.17dk.
Konaklama: Kristina’nın ananesinin evi
Tarih: 18.07.2012

Dünün hem zihinsel hem fiziksel yorgunluğuyla uyandım. Kalktığımda kendimi bir pedal daha atamayacak gibi hissediyordum. Ancak bisiklete binince her şey çok farklı geliyordu. Bütün ağrılar, acılar son buluyordu. Yorgunluğun da, keyfin de kaynağıydı bisiklet. Bu yönüyle adeta hayatın kendisiydi. Acıyı ve tatlıyı aynı tabakta sunuyordu insana.
Bulgaristan’ı güneydoğudan kuzeybatıya bir haftada geçtikten sonra bugün Sırbistan’a giriş yaptık Bregovo sınır kapısından. Bulgar tarafındaki gümrük polisi birkaç soru sordu. Ne zaman geldiniz, nereye gidiyorsunuz tarzında. Biraz bekledikten sonra Sırp tarafında fazla beklemeden Sırbistan’a giriş yapıyoruz. Girişte koca bir EuroVelo tabelası karşılıyor bizi, Sırbistan’daki bütün bisiklet yollarını gösteriyor. İyi ki de gösteriyor çünkü Sırbistan boyunca çevrimdışı kullandığımız GPS düzgün çalışmıyor yani sadece otoyolları gösteriyordu. Ha otoyolda da sürmedik mi sürdük, ona ileride değineceğim. Bütün Sırbistan’ı haritasız geçtik anlayacağınız.

Turda en çok merak ettiğim şehir Belgraddı. Şimdi ona sadece 3-4 gün uzaklıktaydım. Hani size Bulgaristan’ın yolları kötü demiştim ya, Sırbistanınkiler daha beter. Ama Sezar’ın hakkı Sezar’a, Sırp köy evleri daha güzel. Rüzgar arkadaş eşliğinde sürüyoruz gün boyu ve Negotin’e varıyoruz akşamüzeri. Aman Allah’ım ne kadar güzel, canlı bir şehir burası. Topu topu 7000 nüfuslu ve herkes dışarıda genci yaşlısı. Yaşlılar köy meydanında koca koca taşlarla satranç oynuyor, çoluk çocuk paten kayıyor, bisiklete biniyor, gençler kafelerde sohbet ediyorlar, kızları da çok güzel. Ege’ye diyorum ki; olum mutlaka burada kalmalıyız bu gece. Şehir meydanında çekim yaparken Çınar giriyor araya: Aaa Negotin’de Türkler de varmış diye. Kız arkadaşı Kristina’da yanında. Bize ananesinin evini önerdi konaklamak için, biz de kabul ettik. Aslında amacımız Brza Palanka’ya varıp; Tuna kenarında çadır kurmaktı.
 Ev çiftlik tarzında büyükçene, evin büyükleriyle tanışıyoruz, bize bir oda veriyorlar. Duş alıyoruz. Sonra Kristina’nın dayısı, annesi, ananesi, dedesi ile muhabbet ediyoruz. Çekim yapmamızı hoş görüyorlar. Bize Sırp ve Sloven rakıları ikram ediyorlar. Sloven rakısını nasıl da özlemişim. Çok mutlu oluyorum bir anda. Dayı İvan ile politikadan söz ediyoruz. Bosna’ya geliyor muhabbet ve ateş püskürüyor o zaman ki generallere. Sonra bizi bir şarap evine götürüyorlar, 1.5lt ev yapımı içiyorum, fonda Sırp forklör müzikleri. Yanda bir adamın tişörtünü parçalıyorlar, soruyorum anne Maya’ya ne iş. O adamın yeni bir çocuğu doğdu ve yakınları onun tişörtünden bir parça koparıyorlar, adettir bizde diyor. İlginç bir gelenek. Daha sonra şehir merkezine geliyoruz ve meydanda Kristina’nın gitar çalan arkadaşlarına takılıyoruz, yaşları 16-17. Yaşlandığımı hissediyorum. Turun şimdiye kadar ki en güzel gecesiydi diyebilirim. Hayata dönüyorum yüzümü Semra Sultan’ın annesinin dediği gibi, yaşadığımı hissediyorum.

11.gün: Oryahovo-Vidin (140km.)

Mesafe: 140km.
Süre: 7sa.58dk.
Konaklama: Hotel Rovno
Tarih: 17.07.2012

günün menüsü: kebapçe, çorba, pide.
Tuna’ya bakarak günaydın dedim yeni güne. Tuna beni de savaşa sürüklemişti, birkaç ısırıkla kurtulmuştum dün geceki sinek muharebesinden. Kahvaltıda kebapçe, şehriye çorbası ve baharatlı pide gibi bir şey vardı,  hedefte ise; 140km. uzaklıktaki Vidin. Öğleden sonra yola çıkmamız ise önemli bir handikaptı. Hafif bir inişten sonra nehre vardık ve nehri sağımıza alıp sürmeye başladık. Bugünü önemli kılan bir başka şey ise; Avrupa Bisiklet Federayonu' na ait 15 rotadan biri olan EuroVelo 6’yı görecek olmamızdı.

İşte Kozloduy’a 19 km kala ilk tabela. Çok mutlu oluyoruz, Atlantik’i Karadeniz’e bağlayan rotanın tabelasını gördüğümüzde. Tabelalar bir bisikletçi için çok değerlidir. Bir ödül, bir başarı sertifikası ya da bir vuslatın son bulması, sevgiliye kavuşmadır.

Tuna mı o :)
Bu 6 nolu rota bisikletçiler tarafından en çok kullanılan rotaymış. Bu yüzden yolda başka bisikletçileri de görmeyi ummuştuk ama bizden başka kimsecikler yoktu. Olan sıcak, susuzluktu. Susuzluk tam bir başa bela, hele bir de rüzgar varsa. Turdan vazgeçmek içten bile değildi. Neyse ki Lom şehrine varabildik, suladık kendimizi. Abartmıyorum gerçekten suladık, bağ bahçe sular gibi. Lom'dan çıkarken hava kararmaya başlamış, rüzgar dinmiş, yol güzelleşmişti. İlk defa Eurovelo yolunda sürdüğümü hissetmiştim. Tam bu sırada, ormanlık alandan geçerken, aşağıya doğru kocaman bir hayvanın indiğini gördük ve anında pedallara asıldık. Hızımız bir anda 20km/s’ten 47km/s’e çıkıverdi. Hayvan bizi 5sn. kadar ormanın içinden, yola çıkmadan takip etti ve durdu. Ne olduğunu o ışıkta tam kestiremedik ama hız ve cüssesine bakılırsa ayıydı.


Zifiri karanlıkta, köy yollarından geçerek Vidin’e giden ana yola çıkıyoruz. 140 km. sonunda Vidin şehrine giriyoruz. Serdar’ın (aga) yolda güç versin diye çantama iliştirdiği bal-kuruyemiş karışımı işe yaramıştı. Konaklamayı yine hotelde yapıyoruz. Bulgaristan konaklama açısından üzdü bizi biraz. Buraya da 60 Leva verdik.

10.gün: Pleven-Oryahovo (82km.)

Mesafe: 82km.
Süre: 5sa.4dk.
Konaklama: Central Hotel
Tarih: 16.07.2012

Her gün başka bir maceraya, heyecanla uyanıyorduk. Bugünün menüsünde Avrupa’nın en uzun 2. nehri Tuna vardı. 
Aslına bakarsınız sadece 80km.lik düz bir yolumuz vardı. Kolay bir sürüş olmasını bekliyorduk ancak sürprizlerle dolu turumuz yine çalışmadığımız yerden sordu. “Rüzgar”. Ben hiç sevmiyorum rüzgara karşı sürmeyi. Benim düşmanım diyebilirim, en dik yokuşları çıkmayı yeğlerim rüzgar yerine. Her yokuşun bir inişi vardır ama rüzgara karşı ne yapabilirsin ki. Çok kuvvetli rüzgar altında sürdük bugün. Tuna’ya yaklaştıkça rüzgarın şiddeti de arttı, hatta şehrin girişindeki yokuşta Ege’nin ilk ve son defa bisikleti eline aldığını gördüm, kısa bir süre içinde olsa. Yokuştan aşağı inerken bile pedal çevirmek zorunda kaldık. İnsan inişte pedal mı çevirir, insaf rüzgar kardeş.
 
Yol üzerindeki şehirlerden Kneja’da bir grup Müslüman Bulgar durduruyor bizi, Türk bayraklarını görünce. Telefonla Pleven müftüsünü arayıp, bizi misafir etmek istediklerini iletmesini istiyorlar ondan. Ama Tuna’yı görmeyi bir gün daha bekleyemezdik. Teşekkür edip yola devam ediyoruz.

Oryahovo’dan Tuna nehri geçiyor ve Romanya-Bulgaristan sınırını oluşturuyor. Buradan Romanya’ya feribot ile geçiş yapılabiliyor. Böyle olunca trafiği yoğun oluyor, özellikle tırlar çok kullanıyorlar bu güzergahı. Yolun kenarları tırlar tarafından tahrip edilmiş durumdaydı.
 
Ara ara küçük iniş çıkışlar vardı Oryahovo’ya yaklaşırken. Bayılıyorum kısa inişli-çıkışlı yollara. Hani şu iniş hızınla çıkabildiğin yokuşlaraJ Oryahovo’ya güneş batarken varıyoruz. İşte usul usul, kendinden emin akan, tarihte nice savaşlara tanıklık etmiş, Orta Avrupa’yı Karadeniz’e taşıyan TUNA. Gözyaşlarımı tutamadım
görünce. Tarih önümden akıyordu.


Tuttuğumuz oda Tuna’ya bakıyordu. Akşam yemeğinde Tuna’ya nazır bir lokantada Tuna balığı yani ızgarada ton balığı yedik yanında şopska salata, peynirli patates kızartması kartofi ve Bulgar birası Şumensko.

9.gün: Veliko Tırnovo-Pleven (121km.)

Mesafe: 121km.
Süre: 6sa.16dk.
Konaklama: Hotel Rostov
Tarih: 15.07.2012

Koca bozkırda bulabildiğimiz tek gölgelik
Turun en sıcak günüydü şimdiye kadar ki. Yemekten hemen sonra yola koyulmuştuk. Mide şişkin, hava sıcaktı. Asfalt adeta ateş püskürüyordu. Hatta bir ara o kadar bunalmıştık ki; koca bozkırda tek gölgelik yer olan 2 metrakalik bir alanda, yaklaşık bir saat beklemek zorunda kaldık. Siz siz olun yemek yedikten sonra sıcak havada kalbi zorlayacak işlere kalkışmayın!

sonsuzluğa uzanan yollar
Yeniden sürmeye başlamıştık ki; bu sefer de suyumuz bitti ve su bulabileceğimiz bir yerleşim yoktu. Derken önümüze bir çeşme çıktı, hem de suyu buz gibi. Süs havuzlarında yüzen çocuklar gibi yıkanmaya başladık. Sıcak, susuzlukla birleşince çekilmez olmuştu ve şimdi yüzüme, tenime değen her su damlası beni biraz daha hayata döndürüyordu.


Yolu yarıladığımızda hava kararmak üzereydi. Lovech-Pleven yolunu takip ettik ki; bu yolda bisiklet sürmek yasaktı. Karanlık çöktüğünde bütün ışıklarımızı yaktık ve ilerlemeye devam ettik bu çift yönlü yolda. Karşıdan koca koca tırlar geliyordu ve ön kasaları ışıklandırılmıştı, oldukça ürkütücüydü. Sanki bir ışık hüzmesi seni içine hapsedecek gibi geliyordu. Ürkütücü olan başka bir şey ise; yol kenarında, trafik kazasında hayatını kaybedenlerin anıt mezarları olmasıydı. 

Bir ara Mp3 ü çıkardım, etraftan uğultular geliyordu, bir bilinmeze doğru gidiyorduk sanki zifiri karanlıkta. Rüzgar da çıkmıştı, kilometreler azalmak bilmiyordu, hiç bitmeyecek gibi geliyordu yol. Pleven’e vardığımızda attığım çığlığı duymalıydınız, bütün Pleven şehrinin duyduğu gibi:)
Şehirde çadırda kalmayı planlamıştık ama güvenli bir yer gözümüze çarpmadı. Üstüne yorgunluk ve saatin geç olması eklenince kendimizi hotelde bulduk. Hotel Rostov. Gecelik 80 leva verdik sabah kahvaltısı da vardı.

22 Temmuz 2013 Pazartesi

7.gün: Sliven-Veliko Tırnovo (118km.)

Mesafe: 118km.
Süre: 6sa.12dk.
Konaklama: Pansiyon Denchev
Tarih: 13.07.2012

Balkanları aşmak için uyanmıştık sabaha, o heybetli dağları görmek için sabırsızlanıyorduk. Sabah kahvaltısında bir çeşit tatlı çörek olan kozanak ve vazgeçemediğim boza vardı. Buradaki büyük süpermarketlerden olan Kaufland’tan muz, ekmek, konservelerden oluşan yolluğumuzu alıp yola koyulduk. 20km.lik rahat bir yolculuktan sonra yol kenarında restoran işleten Zeki abiye uğradık. Zeki abi Edirneli ve 25 yıldır bu işi yapıyormuş. Bize kavurma ikram ettiğinde turda yiyeceğimiz en güzel öğün olduğundan habersizdik. Balkan dağlarının eteklerinde yetiştirilmiş hayvanların eti çok lezzetliydi. Bu arada Zeki abi İngiltere’den arabayla dönmemizi önerdi. Bisikletle gidip arabayla dönmek, eğlencenin dibine vururduk herhalde. J 
Gurkovo’ya vardığımızda, artık engin balkan dağları karşımızdaydı. Balkan savaşlarında hararetli çarpışmaların yapıldığı Şipka geçidine uzaktan bakıyorduk, tepeye çıktığımızda. Hep denir ya hani ülkemiz, Balkanlardan gelen soğuk hava dalgasının etkisinde diye, işte tam oradaydık. Usul usul, menderesler çizerek çıkıyorduk Balkanları.

Sık sık Türk tırları görüyoruz yolda. Hatta bizimkiler için yol üzerinde, Bulgarlar tarafından işletilen çorbacıyı görmek mümkün, tost, tandır, manda yoğurdu diğer seçenekler. Tır şoförlerimiz hatırı sayılır bir ekonomi oluşturmuş burada anlayacağınız.


Sonunda en tepedeydik yaklaşık 900m. Buradan sonra Veliko Tırnovo’ya 30km. aralıksız indik. İnerken bayrağımızı takmak için durduk. Artık bayrağımız Balkanlarda dalgalanıyordu. Muğla’dan Akyaka’ya inerken geçtiğim Sakarı geçidi kadar olmasa da büyük bir zevkti aşağı salınmak, hızımız yer yer 60km/s’e çıkıyordu. Hava kararmıştı Veliko Tırnovo’ya vardığımızda. Bizim şehzade yetiştirilen Amasya evlerine benziyordu, bir vadiye kuruluydu şehir. Babam liseyi burada okumuştu 40 yıl önce. Tebessüm ettiriyor insana, babasının 40 sene önce okuduğu yere gitmek.
 

Kalacak yer ararken Denchev isimli pansiyon sahibi buldu bizi ve günlük 10Euro’ya kiraladı odasını. Bu arada caz festivaline denk geldik ve odamız tam da konserlerin verildiği meydana bakıyordu. Balkona çıktık, ayakları uzattık, yorgunluk birası, caz müziği, vadi manzarası. 118km.yapmıştık ve ödülümüzü fazlasıyla alıyorduk. Toplamda 500km.yi geçmemiz şerefine viskimizi açtık. Burada bir gün dinlenmeye karar verdik.

6.gün: Elhovo-Sliven (75km.)

Mesafe: 75km.
Süre: 4sa. 29dk.
Konaklama: Tatiana’nın evi (CS)
Tarih: 12.07.2012

Tuhaf bir his, gözünü açtığında farklı bir ülkede uyanmak; sanki eşini aldatmışsın gibi.
Sabah öğününü atlamıştık. Öğlen, ben kavarma, Ege balık güveç yemeyi tercih etti, biramız benim favorilerimden olan Çek birası Staropramendi. Yurt dışında ekmeğe para vermeye de alıştık tabi. Dilim başı 20 stotin. Bu arada bir bira 1 bira 1 leva civarında. Bulgaristan’da kullanmak için Globul sim kartı alıp, Sliven’de bizi misafir edecek olan CS’den Tatiana’yı aradık.
Sliven yolunda benzinliğin internetini sömürürken

Yol düzdü ancak bir hayli bozuktu, amortisörü kullanmak zorunda kaldık. Bu da bizi yavaşlattı. Yurdumun köy yollarına benziyordu, hani o gitmemiz, görmemiz gereken, yalnız bırakılmış, milletin efendilerine giden yollara.
Hava yine çok sıcaktı. Yambol şehrine vardığımızda acıkmıştık, konservelerimizi yedik, köfte ve pilaki. Sliven’de termik santraller karşıladı bizi. Soğuk savaş döneminin kasvetini anlatır gibi duruyorlardı karşımızda, güneş batmaya yüz tutarken.

Ev sahibemiz Tatiana'nın evine giderken
GPS adresi bulamadı, kaybolmuştuk. Bılgarka 31’i arıyorduk. Sora sora Bağdat bulunur hesabı, yarım yamalak Bulgarcamla, geç de olsa siteyi bulduk. Tatiana’ya 3.arayışımızda ulaştık. Bitkindik ve bir sürprizle karşılaştık. Kalacağımız daire 8.kattaydı ve asansör bozuktu. Tatiana’nın da yardımıyla çıkardık eşyalarımızı, pis, terk edilmiş daireye. Böceklerle birlikte duş aldıktan sonra, dinlenmeye çekildik. Nerede kalacağımızı bilmediğimiz için, böyle sürprizlere hazır olmalıydık.

5.gün: Edirne-Elhovo (86km.)

Mesafe: 86km.
Süre: 4sa.53dk.
Konaklama: Hotel Diana
Tarih: 11.07.2012


Türk-Bulgar sınırı
Güne erken başladık. Güler teyze yine yapmıştı yapacağını ve bize kahvaltı hazırlamıştı. Yola başlamadan önce, Bulgaristan rotasını belirlemek için bir internet kafeye oturduk. Kafede birkaç tane orta yaşlı insanın konuşmalarına kulak kabarttım. Bizi tekmili kıyafet gören kısa olanı: Aaa Türkmüş bunlar; uzunca olanı: artık bizimkilerde yapmaya başladılar böyle şeyleri. Bir değişime, güzel bir değişime şahit olmak bizi gururlandırmıştı ve turun başarısı için kamçılamıştı. Bulgaristan’a Hamzabeyli sınır kapısından girip, Balkan Dağlarını aştıktan sonra Tuna nehrine ulaşmayı planlıyorduk ilerleyen günlerde. Sınıra yaklaşık 10km.kala Demirköy köyüne uğradık. Hem suyumuz azalmıştı hem de şöyle okkalı bir Türk kahvesi içelim dedik. O da ne! Köy kahvesinde Türk kahvesi yokmuş ama Nescafe varmış. Vay anam vay emperyalizmin, kültürel yozlaşmanın geldiği noktaya bak. Fena hayal kırıklığına uğramıştım.


İstanbul tabelasını görünce dayanamadım:)
Nihayet Bulgar sınırındaydık. Hızlıca sınırı geçtik. Gümrük memuruna Londra’ya gittiğimizi söyleyince, kafa bulduğumuzu zannetti ve kızdı bize. Genellikle tırların kullandığı sakin bir sınır kapısı burası diğer Türk-Bulgar sınır kapılarına oranla. Bulgaristan düz, nispeten yeni asfaltlanmış güzel yollarla karşıladı bizi, rüzgar da olmayınca bulutların üzerinde sürer gibi hissettim. Hava nemliydi burada, çok terletti ve susattı. Sınırdan birkaç km sonra suyumuz tekrar azaldı ve gördüğümüz ilk Bulgar köyü Granitovo’ya girdik. Köy meydanına ulaştık ve şaşkın bakışlar arasında markete girdik. Annemin yanımda bulunsun diye verdiği Bulgar Levası ile birkaç şişe su aldık. Köy yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan oluşuyordu. Bulgaristan köylerinin kaderiydi bu. İşsizlikten dolayı erkekler büyük Bulgaristan şehirlerine ya da diğer Avrupa şehirlerine gidiyorlar çalışmaya. Marketteki su bize yetmedi yandaki bara uğradık. Şaşırmayın Bulgaristan’ın bütün köylerinde bar vardır. Barmen çocukla garip ve komik bir konuşma yaptık. Adama Bulgarca su var mı diye soracağıma, su ister misin diye sormuşum. Adam tabi öyle baktı sadece. Dedim herhalde anlamadı bu sefer yüksek sesle söyledim. Adam sonra anladı ve bana su verdi. Zaten İngilizce’de biliyormuş. Anlattı bana yanlış söylediğimi. Biraz kızardım ve çok gülerek bardan çıktım. Egemen’e anlattım durumu. Abartmıyorum 10 dakika gülmüşüzdür. Yolun devamında rüzgar yakaladı bizi. Hava karardığında Elhovo’daydık. İlk defa konaklamaya para vererek 20 euro ya Diana hotelde kaldık. Temiz bir hoteldi, verdiğimiz paraya değer.

4.gün: Lüleburgaz-Edirne (81km.)

Mesafe: 81km.
Süre: 4sa. 15 dk.
Konaklama: Çağdaş’ın evi ( CS)
Tarih: 10.07.2012

Egemen Edirne yolunda
Ümit abinin anne ve babası dünya tatlısı iki insan. Bize çoban kahvaltısı hazırlamışlar, çay da vardı. Gün geçtikçe heybeyi daha hızlı takabiliyordum, stili kaptım. Edirne’de konaklamak için CS’den mail attık. Daha evden çıkmadan Çağdaş bizi evine kabul ettiğini bildiren cevabı yazdı. Şanslıydık, konaklamak istediği gün, mail yollayan tek gezginler bizdik herhalde:)

Bulgaristan göründü



İlk kez Bulgaristan tabelasını gördük bugün. E-5 doğruca Edirne’ye gidiyordu. Akşamüstü Edirne girişindeydik, çok fazla sinek vardı tabelanın önünde, zor şartlar altında çekimlerimizi yaptık. Gece 10 gibi Çağdaştaydık. Tıp bitirmiş, annesi Güler teyze ile birlikte kalıyordu. Chopper’ı var, o da iki tekerlekli taşıt seviyor ama farkımız bizimkinde motor yok. Zaten amacımız da kas gücüyle güzel işler başarıldığını göstermek. Güler teyze bize pilav, patates yemeği ve cacık hazırlamış, akabinde de çaylar geldi. Yarın Türkiye’yi bitirecektik, heyecanlıydık, sabah olsun da yola koyulalım diye sabırsızlanıyorduk.

3.gün: Çorlu-Lüleburgaz (80km.)

Mesafe: 80km
Süre: 3sa. 45dk.
Konaklama: Öznur’un kuzeni Ümit abinin evi(Couchsurfing)
Tarih: 09.07.2012

Bağ evinde börekli ayranlı kahvaltıdan sonra, yaklaşık 10 km sürerek Çorlu merkeze ulaştık. Sezerle Leman Kültür’de tekrar buluşup 2şer bira yuvarladık. Sezer’in babası Orhan amca haklıydı sanırım: “Nereye gidecek be oğlum bunlar, baksana her gün nasıl da içiyorlar” derken. Bu arada Çorlu’nun en büyük bisikletçisine ( Sural Bisiklet) uğradım, eldiven almak için ama kendime göre bir şey bulamadım. Arda’dan aldığım eldivenler parçalanmak üzereydi. Öğleden sonra Trakyalıların tabiriyle Burgaz’a doğru yola koyulduk. E-5’e bağlanmadan önce güzel bir yokuştan indiğimizi hatırlıyorum. Yolun geri kalanında güvenlik şeridinden sürdük ve bu sefer hava kararmadan varmamız gereken yere vardık. Çok rahat bir gün olmuştu. Akşama Couchsurfing’den Öznur ile buluşmak için sabırsızlanıyorduk. Onunla buluşmadan önce benim uzaktan akrabam İlhan abiyle buluştuk, kendisi dış cephe işi yapıyor. İlhan abi ile arabada bir, Edirne bayırı diye tabir edilen yerde ikişer bira yuvarlayıp Öznurların yanına geçtik. Yarın bu bayırdan çıkarken zorlanacağız sanırım.
where am i
Öznur ile Adakent sitesinde buluştuk. Bahçede şık bir restoranmış, bisikletlerimizi kilitledik. Önce bir temizlenmek lazımdı. Tuvalette neredeyse duş alacaktım. Şaşkın bakışlar arasında kurulandıktan sonra yemeğe geçtik. Yemekte Ümit abi ve Güzin’de vardı. Öznür İngilizce öğretmeni, bir ara hosteslik yapmış hatta Afganistan’a gitmiş savaş dönemlerinde, mahsur kalmışlar otellerde. Anlaşılan Öznur’da da bizim gibi hikaye boldu. Ama Ümit abi hikaye anlatmak için doğmuş sanki. Gece boyunca maceralarını, yaşanmışlıklarını anlattı bize, söylediğine göre ilk interrail yapan Türklerdenmiş. Onu “where am I” cümlesiyle hatırlayacağız hep. Ümit abi Bulgaristan yolları hakkında da baya fikir verdi bize, rotamızda birkaç değişiklik yaptık. 

21 Temmuz 2013 Pazar

2.gün: Avcılar-Çorlu (85km.)

Mesafe: 85km.
Süre: 3sa. 55dk.
Konaklama: Üniversiteden arkadaşım Sezer’in bağ evi
Tarih: 08.07.2012


Sabah erkenden kalktık. Yakındaki bir marketten ekmek arası kaşar ve domates yaptırdık. Henüz kumanya taşımaya gerek yoktu çünkü; Türkiye’de en son açlıktan ölürsün herhalde. Evine tır çarpabilir, kaldırımda yürürken ezilebilirsin ya da bir banka kuyruğunda beklerken, bir kavgayı ayırmak isterken, “bir ağaç” ın kesilmesini protesto ederken ölebilirsin… ama açlıktan kesinlikle ölmezsin! Neyse D100 ya da bilinen adıyla E-5 kara yolunu takip ederek yola devam ettik. Avcıların çıkışındaki rampa baya yordu bizi. Hava çok sıcak, çok su tüketmeliyiz. Günde ortalama kişi başı 8-9 lt. su içiyorduk. Emniyet şeridinden ilerlemek çok sıkıcı, gürültülü ve keyifsiz. Türkiye’yi çıkana kadar böyle napalım.
Ferdimen ile Gündöndüler önünde:)
Yolda Ferdi isimli bisiklet sever bir dostla karşılaştık, o da Çorlu’ya gidiyormuş. Silivri’de Salih öğretmenle tanıştık kırtasiyede. Oradan Türk bayrakları aldık, asmaya yer bulamadığımız için şimdilik çantada, en yakın zamanda bayrağımızı dalgalandıracağız. Yolla ilgili bir sıkıntımız yoktu zaten dümdüz yol, bazen bayırlı. İstanbul’dan uzaklaştıkça trafik ve gürültü kısmen azaldı ve ayçiçeği tarlaları görmeye başladık. Ve işte ilk şehri geçtik, Tekirdağ sınırları içindeydik artık. Akşam güneşin batmasına yakın,
Kral sofra, yaşa kakosi:)
Çorlu’ya 8 km mesafedeki Şahbaz sapağında Sezerle buluştuk. Yanında arkadaşları Google Ömer ve Emir vardı. Daha sonra aramıza Sezer'in babası Orhan abi ve eniştesi de katıldı. Mangal yaktık, sohbet muhabbet, hatta Sezer manyak mısınız olum, dönün geri, hiç aklınız yok mu filan dedi, şakayla karışık. Döner miyiz hiç! Ha bide Orhan abi gecenin ilerleyen saatlerin makarna yaptı bize afiyetle yedik ve son rakılarımızı yudumlayıp yine hayallerle uykuya daldık.

1.gün: Üsküdar-Avcılar (40km.)

Mesafe: 40km.
Süre: 2sa.45dk.
Konaklama: Liseden arkadaşım Beysim’ in evi
Tarih: 07.07.2012

Let the tour begin
Bu cümleyi yazdığım anda tura başlamış olacaktık. İnanılır gibi değildi. Gece tabiki gözüme uyku girmedi. Hayaller, beklentilerle dolu birkaç saatlik uykudan sonra maceraya uyandık. Önce Beşiktaş’taki Bike&Outdoor’dan odometre aldık ve bisikletleri son bir kez gözden geçirttik. Motorla Üsküdar’a geçtik. Talya tur başlangıç fotoğrafımızı çekti ve yaklaşık 2 ay sürecek olan turumuz başlamış oldu. 

Buradan Harem’e kadar sürdük, tabi Kız Kulesi önünde ilk fotoğraf ve video çekimlerimizi yaptık. Harem’den arabalı vapur ile Eminönü’ne geçtik. Ha sen şimdi madem yine Avrupa tarafına geçicektiniz neden Üskadar’a geçtiniz diyebilirsin. Söyleyeyim, kıtalar arası bir tur olsun diyeJ Eminönü’nde Egemen’in abisi Onur abi karşıladı bizi. Mikrofon bulduk fotoğraf makinesi için, ben 3 tane lastik kanca ile ince ve kalın olmak üzere 3er metrelik pursik ipi aldım. Bu ip dağcılıkta kullanılır ve sağlamlığı ile bilinir. O gün hava inanılmaz sıcaktı . İstanbul’da yanıklara karşı güneş kremimizi sürdük ve akşam saat 5 gibi gerçek anlamda yola koyulmuş olduk. Yoğun İstanbul trafiğinde bisiklet ile ilerlemek arabalara nazaran çok kolaydı. Hatta aralarından geçip, gövde gösterisi bile yaptık şaşkın bakışlar arasında. İlk gün fazla yorulmak istemedik ve Avcılar’da kalmaya karar verdik. 40 km. sonra Avcılardaydık ve bundan yaklaşık 100 tane yaparsak Londra’da olacaktık. Acaba Londra’ya varmadan bir gece önce, bu oran ne olacak çok merak ediyorum. Burada arkadaşlarımızı beklerken bir adam geldi ve bize bir şeyler söyledi. Hangi dil olduğunu anlamadım, bir dil olduğundan da emin değildim zaten. Daha sonra: 

Ben: Abi biz Türküz
Adam: Yok canım dedi bu halde Türk mü olur, Alman mısınız?
Ben: Abi Türküm Türk.
Adam: Baya da iyi konuşuyorsun Türkçeyi, nerden öğrendin?
Ben: Abi valla Türküm, al işte kimliğim.


Adam da haklı bir yerde. Hiç alışkın değil ki; Türklerin bisiklet turu yapmasına. Genelde yabancılar giyinir böyle tekmili kıyafet. Türkiye’nin birçok yerinde aynı bu durum. Egemen ile yaptığımız Güney Ege turunu da hellolar havaryularla tamamlamıştık. Zaten bunu kırmak için de yollarda değil miyiz? Neyse burada Elis ve liseden arkadaşım Beysim ile buluşup tur hakkında konuştuk. Elis bize anahtarlık hediye etti ve Gökçe’nin bana turda yazmam için aldığı günlüğü verdi. İlk gecemizde Beysim’in evinde kaldık.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Kıtalar arası bir tur

Tur fikri nasıl ortaya çıktı önce buradan başlamak gerek diye düşünüyorum.
Bisiklet hayattır benim için. Acıyı ve tatlıyı aynı tabakta sunar bana, türlü duygular yaşatır. Artık tabağı büyütme vaktinin geldiğini düşünüyordum. Tam bu sırada, daha önce Güney Ege’de bisiklet turu yaptığım arkadaşım Egemen mesaj attı ve “İstanbul’dan Amsterdam’a bisikletle gitmeye ne dersin” diye sordu. Aradığım şey tam da buydu, aranan kan bulunmuştu. Hiç düşünmeden kabul ettim ki; bisikletim yoktu, yeni çalınmıştı. Egemen ile yol haritası çıkarmaya başladık, bisiklet forumlarını okuduk ve gördük ki; daha önce İstanbul’dan Amsterdam, Berlin, Madrid turları yapılmış. Biz de gözümüzü daha kuzeye Birleşik Krallığa diktik. Bildiğimiz kadarıyla ve internet üzerinden yaptığımız araştırmalara göre bunu daha önce yapan bir Türk olmamıştı. Bunu yapacak olan ilk Türkler olmamız, bizi daha da heyecanlandırmıştı. Heyecan katsayımızı artıran başka bir şey de, turun belgeselini çekecek olmamızdı. Zor bir görev daha üstlenmiştik, belki de bisiklet sürmek kolay yanı olacaktı turun.

Gezmeyi sevenler bilirler ki, en sıkıntılı konulardan biri konaklamadır. Ben mesela, konaklamaya para vermekten nefret ediyorum. Bu yüzden çadır dışında konaklama olarak, tamamen ücretsiz ve gezmeyi seven insanların kullandığı harika bir organizasyon olan https://www.couchsurfing.org/ (CS) ile sadece bisikletçilerin kullandığı bir site olan http://warmshowers.org/ (WS)  kullanacaktık. Buralardan faydalanamadığımız durumlarda ise, mecburen hostel ve ya hotellerde konaklayacaktık. 

Rotamızı sonunda hazırlamıştık. Temel olarak EuroVelo bisiklet yollarını ve otoyollar dışındaki alternatif yolları kullanacaktık.
http://www.eurovelo.org/routes/
Rotamızdaki başlıca şehirler: İstanbul, Edirne, Veliko Tarnovo, Vidin, Belgrad, Budapeşte, Bratislava, Viyana, Linz, Nürnberg, Frankfurt, Köln, Eindhoven, Amsterdam ve Londra.

Rotamızı belirledikten sonra Egemen İngiltere vizesi için başvurdu. Yeşil pasaportu vardı dolayısıyla diğer ülkeler için vize almasına gerek yoktu. Benim için zaten sorun yoktu çünkü; Bulgaristan vatandaşlığım var. Egemen’in vizesi tahmin ettiğimizden geç çıktı ve iki hafta rötarla turumuza başlayabildik.